Bismihi Teâlâ.
İster İslâm’a iman etmiş olsun, ister etmemiş olsun; her mümin,
münafık, kâfir, Hıristiyan, Yahudi, Mecusi, Cinli ve benzerleri Kur’an-ı
Mecid’i açıp okumaya başladığı zaman, kapasitesine göre bir şeyler
anlayabilir.
Kur’an’ın zahiri ve batınına vakıf olan, bilen ancak Rasûlullah
(s.a.a.) ve onun Ehl-i Beyti (a.s.)’dir. Masumlardan başkası, kendisine
indirileni tamamıyla anlamaya yeterli değillerdir. Bunların dışında
kalan âlimler, ne kadar âlim de olsa, muhakkak ki, tam isabet edemez.
Elbette fikir yürütebilirler ve bu konuda hürdürler. Fakat bu konudaki
fikirleri/görüşleri, beyanları, bazen Allah rızasıyla mutabık olabileceği
gibi, bazen de Allah’ın rızasına uygun olmayabilir. Uymadığı zaman
hem kendilerini ve hem de onun sözde doğrusuna tabi olanları
dalâlete ve kapkaranlığa sürükler. Maalesef Nebi sonrası, halkın
çoğunluğunun yaşadığı Müslüman coğrafyasının acı manzarası budur.
“Kur’an bize yeterlidir” diyen zihniyet, cehaletin karanlığında
yürüyen; yolunu şaşırmış ve şeytanı ya da tağutu veli edinmiş
kimsedir. Buna ek olarak, farkında bile olmadan şu veya bu mezhebin
taassubu içerisinde olmasına rağmen, “Ben, bütün mezhepleri
reddediyorum ve İslâm bana yeterlidir” diyenler, coğrafyamızda hayli
çoktur ki, bunlar, cehaletlerinin kurbanı olan kimselerdir. Çünkü bu
coğrafya, âlimlerden yoksun, salih amel ile amel etmeyen kıraç bir
coğrafyadır.
“Kur’an bize yeter” diyenler, Rasulullah (s.a.a.)’ın dünyasını
değiştireceği andan itibaren bu olay, gündemi meşgul etti. Şöyle ki:
İbn Abbas şöyle aktarıyor: “Rasûlullah’(ın) ağrısı şiddetlenince:
“Yazı yazacak bir şey getiriniz size öyle bir kitab (vasiyetname)
yazayım ki, ondan sonra hiç dalâlette kalmayasınız” buyurdu. Umer:
Rasûl’un hastalığı ağırlaştı (başka rivayette, o ne dediğini bilmiyor,
sayıklıyor). Bizim elimizde Allah’ın Kitab’ı vardır. O bize yeter, dedi.
Bunun üzerine oradaki sahabeler ihtilâfa düştüler. Sözleri birbirine
karıştı. Rasûlullah (s.a.a.): “Yanımdan savulun; benim yanımda
nizalaşmak olmaz” buyurdu. İbn Abbas: “Ah en büyük musibettir o
(Perşembe günün) musibet ki, Rasûlullah ile yazmak istediği Kitab
arasında perde, hail oldu” diyerek dışarı çıktı.(S.Buhârî,c.1, s.267,
H:55, Ötüken y. İst. 1987)
Bu çekişmelerden sonra Nebi (s.a.a.), Ömer dahil bazı sahabeleri
huzurunda kovduktan sonra da, evin dışında yüksek sesle
konuşmalarını sürdürdüler.
İkinci musibet, hakları olmadığı halde güpegündüz hilafet
makamına el koyarak İmam Ali’yi siyaset sahnesinden uzaklaştırdılar.
Üçüncü musibet ise, yazılı hadisleri yaktılar mutevatir hadisleri
dile getiren Ebu Zer gibi sahabeler ya dövüldü ya da sürgün edildiler
veya zindana atıldılar.
Dördüncü musibet, Emevi saltanatıyla başlayan uydurma hadis
ve Ehl-i Beyt’e karşı uydurulan alternatif hadisler çığ gibi büyüdü.
Beşinci musibet, Kur’an; gerçek hadis ve Ehl-i Beyt’ten ayrı
düşünülerek, içi boşaltılmış bir Kur’an ile ümmeti oyaladılar ve dinin
bir kenarından tutan bir halk oluşturuldu. (Hacc 22: 11) Adalet, cihad,
iyiliği emretme, kötülüğü engelleme, her hak sahibine söz hakkı
tanıma, tağut, mutref, mele, Karun gibi temel konular, halkın
gündeminden çıkartılarak halkı, içi boşaltılmış, bid’atlerle
süslendirilmiş (!) alternatif bir namaz, hac ve oruç ile oyaladılar.
Kur’an, Sıffin savaş meydanında sahifeleri oklar ucuna takılan bir
Mushaf ve Hariciler için konuşmayan bir hakem oldu.
Şuurunda bile olmayan bu zihniyetin kirli mirasını devralarak, her
asırda karşımıza çıkıp: “Kur’an bize yeter” diyen cahiller çoğaldıkça
çoğaldı. Elbette münafıkların ve İslâm düşmanlarının bunda büyük bir
payı vardır. Kur’an-ı anlamak, kâmil insanın işidir. En kâmil olan zat,
Rasûlullah (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt İmamlarıdır. Buna rağmen Kur’an-ı
indiren ve Rasûlu’ne beyan eden/açıklayan Allah Teâlâ’dır. Konu ile
ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle beyan ediyor:
Sana Kitabı indiren O’dur. Ondan, Kitabın anası olan bir kısım
ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir
kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık tevilleri yapmak için
ondan müteşabih olanına tabi olurlar. Oysa onun tevilini(anlamını)
Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık,
tümü Rabbimizin katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden
başkası öğüt alıp düşünmez. (Âli İmrân 3: 7)
Eğer bu cahiller: “Muhkem ayetleri/alamı açık; yani haram ve
helal ile alakalı ayetleri anlayabiliyoruz” diyebilseler, oklarımızı
üzerlerine çekmeyeceklerdir. Allah’ın beyan ettiği gibi müteşabih
ayetler, lafızları farklı, mana bakımından birbirine benzeyen
ayetlerdir. İşte sözde âlim geçinenler, kendi arzularına göre bu
ayetlere farklı farklı anlamlar yükleyerek hem kendilerini, hem de
başkalarını sapıklık karanlığına sürüklerler.
Allah’ın beyanı ile Allah tarafından yerli yerince konulan bazı
ayetlerin kelimelerini arzularına göre anlam yükleyerek “…kelimeleri
konuldukları yerlerden saptırırlar…”(Mâide 5: 13)
Yine kendileriyle beraber insanları saptırırlar. “Kim Rahman’ın zikrini
(ve zikrin muhatabı olan Rasûlullah’ı ve onun Ehl-i Beyti’ni)
görmezlikten gelirse/yüz çevirirse, biz (insanlardan) bir şeytanı ona
musallat ederiz. Artık o, onun bir yakın dostu/arkadaşıdır. (Zuhrûf
43: 36)
Kur’an’ın birinci muhatabı olan Allah Rasûlu bile, kendi anlayışına
göre tevilini ve beyanını yapmamaktadır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle
beyan etmektedir:
Şüphesiz ki, benim velîm Allah’tır ki, Kitabı indiren O ve
Salihlere velîllik yapan O’dur.(A’râf 7: 196)
İşte biz onu beyyineler/apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz
Allah, dilediğini hidayete erdirir. (Hacc 22: 16)
Âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan’ı indiren ne
mübarek/yücedir. Furkân 25: 1)
Bu konuda birçok ayet vardır.
Kur’an-ı beyan eden, açıklayan Allah’ın kendisidir. Şöyle
buyuruyor:
Ona beyanı/açıklamayı öğretti.(Rahmân 55: 4)
Sonra şüphesiz ki, onun beyanı/açıklaması, Bize aittir.(Kıyâme
75: 19)
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da Zikri
indirdik ki, insanlara indirilen şey(leri) beyan etmen için/açıklaman
için. Ve umulur ki böylece onlar, tefekkür ederler.(Nahl 16: 44)
Şüphesiz, Zikr’i biz indirdik; onun koruyucuları da elbette
biziz.(Hicr 15: 9)
İşte bu(nlar), Allah’ın ayetleridir; sana onu hak olmak üzere
okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra
hangi söze inanacaklar? (Câsiye 45: 6)
Müteşabih ayetlerin dışında kalan ikinci kategorideki ayetlerde
ise, Allah Teâlâ, bazen münafıkları ve kâfirleri muhatap almayarak;
Rasûlullah’ı muhatap alır, ancak söz onlara yöneliktir. Cahiller, bu tür
ayetlerin Nebi (s.a.a.)’ye yönelik olduğunu zannederler ve boşu
boşuna ahkâm kesilirler. Böylece hem kendilerini ve hem de
başkalarını ateşe sürüklerler. Çünkü Allah’a karşı yalan iftira atmış
oluyorlar. Bu konuda birçok ayet söz konusudur. Biz, sadece dört ayet
ile yetineceğiz; tefekkür edenlere ve basiretle bakacak olanlara
kâfidir.
Sana indirdiğimiz şeyden eğer şüphe içinde isen, senden önce
kitabı okuyan kimselere sor. Yemin olsun, Rabbinden sana
hak/gerçek geldi, öyleyse sakın şüphe edenlerden olma.(Yûnus 10:
94)
Ve sakın Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerden olma; yoksa
hüsrana uğrayanlardan olursun.(Yûnus 10: 95)
Ey Nebi! Allah’a karşı takva sahibi ol/Allah’tan sakın, kâfirlere
ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah Alîm’dir, Hakîm’dır.
(Ahzâb 33: 1)
Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Hem kendi günahların, hem
mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile…(Muhammed
47: 19)
Bu gibi ayetler: “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla”
tarzındaki ayetlerdir. Ama gafil olan kimseler, Nebiye söylenmiş gibi
telâki ediyorlar. Bu ise, cahillerin temel sıfatlarındandır.
Unutulmamalıdır ki, tefsir bir zaruretin sonucudur. Eğer âlim,
Allah’ı, Rasûlullah’ı ve onun Ehl-i Beyt (a.s.)’ini hüccet olarak dikkate
almaz ise, şüphesiz Kur’an-ı anlamayacak ve kendisiyle beraber
insanları Allah’tan, O’nun Rasûlu’den ve Rasûlu’n Ehl-i Beyti’nden
uzaklaştıracaktır! Bu ise, büyük bir hüsrandır!
Sayı olarak kesin bilemiyorum. Ancak Kur’an’ın büyük bir bölümü
müteşabih ve “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” tarzındadır.
Kur’an Rasûlullah’ın, Ehl-i Beyt (a.s.)’in ve onların izini süren âlimlerin
elinde olursa yeterlidir. Fakat Muaviye, Yezid, Harici, Vehhabi ve
onların izinde olanların elinde olursa, Kur’an tek başına yeterli
değildir. Ey insanlar! Sakın siz, “Kur’an bize yeterlidir ve onu
anlıyorum,” cehaletine kapılmayınız!
Ahmed MUHTÂR
25 Ekim 2024/ANKARA